

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, 1992 yılında kurulmuş, nispeten genç bir üniversite.

Lise yıllarında öğrenciler arasında ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte adı en çok geçen üniversitelerden de biri. Tabii ki bunun nedeni okulun verdiği kaliteli eğitimin ülke çapındaki ününden çok, fantastik isminin yol açtığı "Olm çalışmazsan Sütçü İmam'a gidersin bak" muhabbetleri. Üniversitenin günümüzdeki durumuna geçmeden önce, bulunduğu şehir olan Kahramanmaraş'a kısa bir bakış atmak gerekir.
Kahramanmaraş, klasik bir Anadolu şehri.

Birkaç ürünüyle ünlü olan, gazete köşelerinde ayda yılda bir yer bulabilen, çoğunlukla unutulmuş, gelişememiş ve içine kapanık bir il. Üniversitenin kuruluşunun ardından, genellikle çehresi değişen şehirlerin aksine, Kahramanmaraş'taki aşırı muhafazakar hava halen değiştirilebilmiş değil. Örneğin el ele tutuşarak sokakta gezen genç bir çiftin, öncelikle meraklı, sonrasında şaşkın ve en son olarak da ayıplayan bakışlarla karşılaşması son derece doğal. Bu tarz tepkiler sadece kadın-erkek ilişkileriyle sınırlı değil. Şort giyen bir erkeğin, sözlü sataşmaya maruz kalması (hem de başka bir erkek tarafından), küpe takan başka bir arkadaşın ise dövülmesi (evet yanlış okumadınız, "dövülmesi") gibi örnekler çoğaltılabilir.
Esnaf ve ev sahiplerinin de öğrenciye bakışı pek farklı değil. Öğrenci olduğunuzu ele verdiğiniz anda, esnaf tarafından "söğüşlenecek enayi" olarak görülmeniz sürekli karşılaşılan bir olay. Ev bulmak ise, fazlasıyla zor. Zira öğrencilere hiç mi hiç güven yok. Ev sahipleri, öğrenci olduğunuzu öğrenince ya "Öğrenciye ev yok" diyerek kestirip atıyorlar, ya da evi size verene kadar öne sürülebilecek her türlü absürd isteği karşınıza çıkarıyorlar.
Evet, Kahramanmaraş'a hoşgeldiniz. İsterseniz yazının ana kısmına, yani KSÜ'nün tanıtımına geçelim.
AKADEMİK

KSÜ çoğunlukla genç ve deneyimsiz hocalardan kurulu, kısıtlı bir öğretim kadrosuna sahip. Bu hocaların birçoğu için KSÜ bir amaçtan ziyade, bir araç. Çoğu hoca, mümkün olduğunca hızlı bir şekilde KSÜ'deki görevlerini tamamlayıp, batıdaki üniversitelerden birine -tabiri yerindeyse- kapağı atabilmek için çabalamakta. Bu, bazı noktalarda öğrencilerin lehine olsa da, fazlasıyla dezavantaj yarattığı zamanlar da yok değil.
Az sayıdaki deneyimli hoca, genellikle iyi niyetli, öğrencilere bir şeyler katabilmek için uğraşan hocalar. Derslerinde mümkün olduğunca faydalı olmaya çalışan, ders saatlerinin dışında da öğrencilerine vakit ayırmaya çalışan bu hocalar, çoğu öğrenci tarafından saygıyla anılıp derslerine zevkle katılınan kişiler.

Öte yandan, daha önce de bahsettiğimiz öğretim kadrosu kısıtlılığı nedeniyle, altından kalkmaları zor olan derslere verilen asistanlar, çoğu zaman fazlasıyla can sıkıcı olabiliyorlar. Kendi öğrencilik yıllarındaki kötü anılarını, rolleri değiştirerek öğrencilerine uygulayan bu hocalar, öğrencileri derslerden (ve hatta okuldan) soğutup, bir çok kere "Bu mudur yani Üniversite'nin olayı" dedirtmiştir. Tabii hocaların bu tutumu ters psikolojide muazzam bir örnek oluşturarak, öğrencileri "Olm hemen mezun olup kaçmak lazım bu okuldan, yoksa bu hoca çekilmez" şeklinde düşüncelere de gark etmektedir.
Kısacası, KSÜ eşsiz benzersiz bir öğretim şekline sahip. Öğrenciler genel olarak hedef tahtası, deney kobayı gibi pozisyonlara getirilerek, ya hayatlarından bezdirilerek okulu bırakmaları sağlanıyor, ya da azim edip okulu bitirmeleri. Bu da, doğal seçilimin öğretim hayatındaki harika bir örneğini oluşturuyor.
Okulun akademik yönüyle ilgili enteresan bir nokta da, öğretim görevlilerinin yazdığı makaleler. Güvenilir kaynaklardan aldığımız bilgilere göre (Kantinci) KSÜ, Türkiye çapında en çok makale yazılan üniversitelerden bir tanesi.
ATMOSFER
Mevsimine bağlı olarak, ya çok sıcak ya da çok soğuk. Elbette "Atmosfer"le kastedilen şey bu değil ama, bu bir gerçek, araya sıkıştıralım.

Genel olarak okulun atmosferi, ölü bir sincap kadar eğlenceli. Pek de canlı olmayan bu şehirdeki üniversitenin öğrenciler tarafından şenlendirilebilecek bir yer olduğunu düşünseniz bile, genellikle durum tam tersi şekilde gelişiyor. Öğrenciler şehrin renksizliğine ve cansızlığına ayak uyduruyorlar. Herkes "Bitse de gitsek" havasında.
Böyle bir yerdeki en büyük eğlencelerden biri, yeni gelenleri gözlemlemek. "Oley! Üniversiteye geldim, artık hayatımı yaşayabilirim!" diye heyecanlanan bu zavallı kurbanlar, ilk bir kaç ay neşelerini kaybetmemek için fazlasıyla uğraşsalar da, genellikle sonları sigara odası oluyor.

Sabah 8'deki dersleri için gece 4'te kalkıp hazırlanmaya başlayan güzel ablalar ve onları kesen maganda abiler, derslerinden başka şey düşünmeyen ve 10 dakikalık ders aralarında bile ders çalışan abi/ablalar ve son olarak -benim de dâhil olduğum- kendi çapında eğlenmeye çalışarak okula pijamalarıyla gelen öğrenciler, okulun habitatını oluşturuyorlar.
Genel olarak kaotik bir kabus olarak nitelendirilebilecek bu ortam, bahar şenliklerinde 2-3 günlüğüne bir değişikliğe uğruyor. Gerçekten bir üniversitede olduğunuzu hatırlatan bu kısa zaman da, Ferhat Göçer ve Bendeniz'in şarkıları eşliğinde suya gömülüyor.
SOSYAL HAYAT
Sosyal hayat, KSÜ'nün en büyük sorunu. Zaten sanıyorum ki, diğer tüm sorunların çözümü, sosyal hayatın geliştirilmesine bağlı.
KSÜ'deki sosyal hayat, bir ilkokuldakinden daha düşük seviyede. Çoğu insan kendi dünyasında yaşıyor. 4-5 kişilik arkadaş gruplarıyla, başkalarıyla hiç bir ilişkisi olmadan okulu bitiren birçok öğrenci var.
Bunun en büyük nedeni, okulda tam anlamıyla hiçbir sosyal aktivitenin yapılmaması. Okuldaki gençlerin bir araya gelip coşabileceği en uygun ortam, dekanların ve öğretim görevlilerinin arada sırada verdiği konferanslar. Maalesef bu tarz girişimler pek hoş karşılanmamakta.

Okulda birkaç adet topluluk var. Bu toplulukların öğrencilerin sosyal hayatlarına katkısı ise, genelde Kamu Yöneticileriyle ilgili yapılan "Ehehehe kamyonetci ehehehe" şeklindeki espriler veya "Olm sinema topluluğuna üye olursak filmleri indirimli izleyebiliyomuşuz" şeklindeki anlık heyecanlar. Örneklerden de görebileceğiniz üzere, toplulukların öğrenci hayatındaki yeri en fazla bir kaç dakikayı kapsıyor.

Diğer insanlarla tanışıp kaynaşmak için fazlasıyla kişisel çaba harcamanız gerekmekte. Fakat ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bu bile garantili bir yöntem değil. Örneğin kendinizi spora verip, haftada 3 gün basketbol oynamak isteyebilirsiniz. Fakat spor salonuna gittiğinizde, BESYO(Beden Eğitim Spor Yüksek Okulu)'ya ait olduğunu ve sizin fakültenize haftada bir saat ayrıldığını öğrenip bu mükemmel üniversiteyi kuranlara içinizden bol bol teşekkür edebilirsiniz.
Bölümünüzün mülakat takımına girip, mülakat yarışmasında yer alabilir ve sonuçlar açıklanınca karşı takımı kutlamak için elinizi uzattığınızda hayretle elinizin havada bırakıldığını görebilirsiniz.
Sanırım daha fazla alaycı örnek vermeme gerek yok, anlaşılabileceği üzere, KSÜ'de "Sosyal Hayat" bir ütopyadan fazlası değil.
